İbn Sînâ (veya Avicenna olarak da bilinir), Orta Çağ İslam dünyasının en önemli filozoflarından biridir. Asıl adı Ebu Ali el-Hüseyin İbn Abdullah İbn Sînâ’dır. 980 yılında İsfahan, Pers İmparatorluğu’nda doğmuş ve 1037 yılında Hamadan’da ölmüştür.
İbn Sînâ, birçok alanda önemli katkılarda bulunmuştur, ancak en çok tıp ve felsefe alanlarındaki çalışmalarıyla tanınır. İslam dünyasının en büyük tıp bilgini olarak kabul edilir ve “El-Kanun fi’t-Tıb” (Tıp Kanunu) adlı eseri bin yıldan fazla bir süre boyunca tıp eğitiminde kullanılmıştır. Felsefe alanında ise, Aristotelesçi geleneği İslam düşüncesiyle birleştirmesiyle tanınır.
İbn Sînâ’nın felsefi düşünceleri arasında şunlar bulunmaktadır:
Varlık Felsefesi: İbn Sînâ, varlığı anlamak için ontolojik bir sistem geliştirmiştir. Ona göre, varlık tek bir ilahi kaynaktan gelir ve hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Varlık, zorunlu varlık ve şartlı varlık olarak ikiye ayrılır.
Akıl ve İnsan Doğası: İbn Sînâ, insanın akıl yoluyla gerçeği keşfetme yeteneğine büyük önem verir. Ona göre, insanlar rasyonel varlıklardır ve akıl, doğru bilgiye ulaşmanın temel aracıdır. Ayrıca, insanın iyi bir yaşam sürmesi için erdemlerle donatılması gerektiğini savunur.
Tanrı ve İlahi Varlık: İbn Sînâ, Tanrı’yı varlık zincirinin en yüksek noktasında bulunan ve her şeyin nedeni olan mutlak bir varlık olarak kabul eder. Ona göre, Tanrı, tüm varlık ve bilgiyi kapsayan mutlak bir akıldır.
Din ve Felsefe: İbn Sînâ, din ve felsefenin birbirini tamamladığını savunur. Ona göre, doğru din ve doğru felsefe, aynı gerçeği arar: mutlak gerçek ve mutlak iyilik.
İbn Sînâ’nın felsefi düşünceleri, Ortaçağ İslam dünyasının ve Batı felsefesinin gelişiminde büyük bir etkiye sahiptir. Aristotelesçi geleneği İslam felsefesiyle birleştirmesi, Ortaçağ İslam düşüncesinin en önemli özelliklerinden biri haline gelmiştir. Ayrıca, tıp ve bilim alanlarındaki çalışmaları, Ortaçağ ve sonraki dönemlerde tıp ve bilim alanlarının gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.